Translation of the song Saate Bakmak artist Edip Cansever

Turkish

Saate Bakmak

English translation

Consulting the watch

Varsın her şey sonraya kalsın

Let everything stand over

Sonraya, en sonraya

over, to the end

Sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil. Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse

Let's say two thousand six hundred forty one miles. As far as a daisy can see

O kadar yakın kalplerimiz birbirine

That much close, our hearts to each other

Ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik

We have made turn even a dead sea into fight

Kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik

We have measured and cut the rocks according to stone age

Kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık

We have throw our pencils like cutting out flower stems

Kapıları açarken birbirimize ağladık.

We have cried to each other as opening the doors

(Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi

(How much we have loved each other,

Sahi ne kadar da çok severmişiz

really how much we have loved.

Yıllarca, yüzyıllarca öpüştük

We have been kissed for years, for centuries

Sigaralar tuttuk, içkilerin en iyisini sunduk

We have offered cigarettes to each other, we have served the best of the drinks

İstersen bu gece burada kal, dedik

We said, you can stay here if you want

Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık

We have asked our health to each other, we have count numerous medicine names

Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik

We said Let's see each other more often, wouldn't it be?

İyi bildiğimiz ne varsa yaptık, ayrıldık

We did what ever we know the best, we broke up.

Ortada

In the middle,

Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.)

a carnation laid down as always)

Köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını

The tobacco shop made the cigarettes turn into guns

Ödemesi çok güç sigaralara

It is really hard to pay cigarettes

Manav yarı anlamlı güldü biz geçerken

The grocery guy has laughed as we passing through in a half meaning way

Eriklerden, çileklerden, o canım kirazlardan bile utanmadan

without embarrassing from plums, strawberries even those lovely cherries

Hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan

Those you know, the childhood earrings cherries

Hani rengi içimize göre değişen: mor, mavi, pembe, sarı

Those you know, changing the colors as our heart like: purple, blue, pink, yellow

İlk defa merhaba dedi bir balıkçı

For the first time, a fisherman said hello

Çırparaktan elindeki suyu ölgün bizlere

As splashing the water in his hands to withered us

Sigarası dudağında:merhaba!

His cigarette on his lip: hello !

Ya peki biz ne dedik, ne dedik

And what we have said, what?

Yoldaki bir taşı şöyle bir kenara koyduk

We have put a rock from the road to an another place

Yakamıza rastgele bir çiçek iliştirdik

We have attached a flower randomly to our ribbon

Su satılan dükkanlara baktık, yüzümüz cam cam ışıdı

We have looked to the shops which sell water

Ve leylak kokuları gibi kendi kokumuza uzandık

our faces shined as glasses

Köşeyi döndük, bütün köşeleri hızla döndük

and as lilac smell we have leaned to our own smell

Su birikintilerinin ağaçlandığı eski bir sokağın tarihinde

We have turned the corner

Şöyle yazdı:

We have turned all of the corners fast

Her şey sonraya kaldı.

In the history of and old street where the ponds get treed

Ey ayaklarımızın dibindeki yoksul gül

Oh, the poor rose, near at our feet

Gölgesi yüreklerimizin

The shadow of our hearts

Öfkemiz sevgiye benziyor şimdi, sevgimiz öfkeye

Our rage resemble love now, our love resemble rage

Ve tartışmaya çevirdiğimiz deniz ölüler bırakıyor

And the sea that we have turned into fight leaves corpses

Çıplak ölüler

Naked corpses

Birbirine kenetlenmiş ölüler halinde.

As corpses that bunched up together

Bir otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz

We are getting on a bus, are we really?

Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde

Say, where are the Stops for looking at the sky** where are they?

Birinin elinde gazete ve süt

There are newspaper and milk on one's hand

Gazete mi, evet gazete

Is it a newspaper, yes it is.

Bütün manşetler tutsaklığı ve yenilgiyi çağrıştırıyor

All the headlines evoking the bondage and loss

Paramızı veriyoruz, üstünü alıyoruz, bozuk paralar

We are giving our money, we are taking change, coins

Cebimizde nikel

Nickels in our pocket

Cebimizde sarılmış ölüler halinde.

Nickels as rolled corpses

Her şey bir hızlı adım olmamaya

Everything for not to be a fast step

Ama dün gibi taşıdığımız bir umut gözlerimizde

But there is a hope that we are carrying in our eyes like yesterday

Saatlerimize bakıyoruz hiç yoktan

We are consulting our watches for nothing

Çok uzaklara bakmaktır, diyoruz, durmadan saate bakmak

We are saying, is looking too far away that keep looking at the watches

Yemyeşil bir su takılıyor akrebe, bir çavlan

A greenest water getting attached to hour hand, a spring

Yüzü akide gibi parlayan bir gün takılıyor yelkovana

A day whose face shining like a rock candy is attaching to vane

Anılardan anılardan çoktan vazgeçtik

We have gave up from the memories a long time ago

Yaşadığımız bugün nasıl

How is today that we are living

Güzelliğimiz hangi güzellik.

Our beauty is which beauty

Biliyor muyuz, hayır, bilmiyoruz da

Do we know, no, we don't know either

Acılarımızdan bir yaz kurduk onarıyoruz

We have settled a summer from our pains and mending it

Belki bir hazırlık bu başka yazlara

Maybe it is a prepare for another summers

Yakın yazlara, uzak yazlara

Close summers, away summers

Çünkü her şey eskiye kaldı, anılar bile

Because everything had stood over to past, even the memories

Her şey, ama her şey eskiye kaldı

Every single thing had stood over to past

Vakit yok bir daha yemyeşil eylül tramvaylarına.

There is no time anymore to greenest September trams.

No comments!

Add comment