Varsın her şey sonraya kalsın
Let everything stand over
Sonraya, en sonraya
over, to the end
Sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil. Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse
Let's say two thousand six hundred forty one miles. As far as a daisy can see
O kadar yakın kalplerimiz birbirine
That much close, our hearts to each other
Ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik
We have made turn even a dead sea into fight
Kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik
We have measured and cut the rocks according to stone age
Kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık
We have throw our pencils like cutting out flower stems
Kapıları açarken birbirimize ağladık.
We have cried to each other as opening the doors
(Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi
(How much we have loved each other,
Sahi ne kadar da çok severmişiz
really how much we have loved.
Yıllarca, yüzyıllarca öpüştük
We have been kissed for years, for centuries
Sigaralar tuttuk, içkilerin en iyisini sunduk
We have offered cigarettes to each other, we have served the best of the drinks
İstersen bu gece burada kal, dedik
We said, you can stay here if you want
Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık
We have asked our health to each other, we have count numerous medicine names
Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik
We said Let's see each other more often, wouldn't it be?
İyi bildiğimiz ne varsa yaptık, ayrıldık
We did what ever we know the best, we broke up.
Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.)
a carnation laid down as always)
Köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını
The tobacco shop made the cigarettes turn into guns
Ödemesi çok güç sigaralara
It is really hard to pay cigarettes
Manav yarı anlamlı güldü biz geçerken
The grocery guy has laughed as we passing through in a half meaning way
Eriklerden, çileklerden, o canım kirazlardan bile utanmadan
without embarrassing from plums, strawberries even those lovely cherries
Hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan
Those you know, the childhood earrings cherries
Hani rengi içimize göre değişen: mor, mavi, pembe, sarı
Those you know, changing the colors as our heart like: purple, blue, pink, yellow
İlk defa merhaba dedi bir balıkçı
For the first time, a fisherman said hello
Çırparaktan elindeki suyu ölgün bizlere
As splashing the water in his hands to withered us
Sigarası dudağında:merhaba!
His cigarette on his lip: hello !
Ya peki biz ne dedik, ne dedik
And what we have said, what?
Yoldaki bir taşı şöyle bir kenara koyduk
We have put a rock from the road to an another place
Yakamıza rastgele bir çiçek iliştirdik
We have attached a flower randomly to our ribbon
Su satılan dükkanlara baktık, yüzümüz cam cam ışıdı
We have looked to the shops which sell water
Ve leylak kokuları gibi kendi kokumuza uzandık
our faces shined as glasses
Köşeyi döndük, bütün köşeleri hızla döndük
and as lilac smell we have leaned to our own smell
Su birikintilerinin ağaçlandığı eski bir sokağın tarihinde
We have turned the corner
Şöyle yazdı:
We have turned all of the corners fast
Her şey sonraya kaldı.
In the history of and old street where the ponds get treed
Ey ayaklarımızın dibindeki yoksul gül
Oh, the poor rose, near at our feet
Gölgesi yüreklerimizin
The shadow of our hearts
Öfkemiz sevgiye benziyor şimdi, sevgimiz öfkeye
Our rage resemble love now, our love resemble rage
Ve tartışmaya çevirdiğimiz deniz ölüler bırakıyor
And the sea that we have turned into fight leaves corpses
Çıplak ölüler
Naked corpses
Birbirine kenetlenmiş ölüler halinde.
As corpses that bunched up together
Bir otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz
We are getting on a bus, are we really?
Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde
Say, where are the Stops for looking at the sky** where are they?
Birinin elinde gazete ve süt
There are newspaper and milk on one's hand
Gazete mi, evet gazete
Is it a newspaper, yes it is.
Bütün manşetler tutsaklığı ve yenilgiyi çağrıştırıyor
All the headlines evoking the bondage and loss
Paramızı veriyoruz, üstünü alıyoruz, bozuk paralar
We are giving our money, we are taking change, coins
Cebimizde nikel
Nickels in our pocket
Cebimizde sarılmış ölüler halinde.
Nickels as rolled corpses
Her şey bir hızlı adım olmamaya
Everything for not to be a fast step
Ama dün gibi taşıdığımız bir umut gözlerimizde
But there is a hope that we are carrying in our eyes like yesterday
Saatlerimize bakıyoruz hiç yoktan
We are consulting our watches for nothing
Çok uzaklara bakmaktır, diyoruz, durmadan saate bakmak
We are saying, is looking too far away that keep looking at the watches
Yemyeşil bir su takılıyor akrebe, bir çavlan
A greenest water getting attached to hour hand, a spring
Yüzü akide gibi parlayan bir gün takılıyor yelkovana
A day whose face shining like a rock candy is attaching to vane
Anılardan anılardan çoktan vazgeçtik
We have gave up from the memories a long time ago
Yaşadığımız bugün nasıl
How is today that we are living
Güzelliğimiz hangi güzellik.
Our beauty is which beauty
Biliyor muyuz, hayır, bilmiyoruz da
Do we know, no, we don't know either
Acılarımızdan bir yaz kurduk onarıyoruz
We have settled a summer from our pains and mending it
Belki bir hazırlık bu başka yazlara
Maybe it is a prepare for another summers
Yakın yazlara, uzak yazlara
Close summers, away summers
Çünkü her şey eskiye kaldı, anılar bile
Because everything had stood over to past, even the memories
Her şey, ama her şey eskiye kaldı
Every single thing had stood over to past
Vakit yok bir daha yemyeşil eylül tramvaylarına.
There is no time anymore to greenest September trams.